Daha dündü…
Annemizin yollarında koşuyorduk…
Henüz daha A, B, C’ yi bilmiyorduk…
İki kere ikinin dört ettiğini kulaktan duyma öğrenmiştik…
En iyi bildiğimiz, saflıktı, kardeşlikti, dostluktu…
Okullu olmuş, sıraları doldurmuştuk…
Her gün, her sabah Türklüğün, doğruluk gerektirdiğini ve çalışkanlığıyla övünmeyi ilke edinmiştik…
Büyüklerimize saygı duymaya, küçüklerimize sevgiye, şefkate ve Atamızın açtığı yolda, kurduğu ülküde hiç durmadan yürüyeceğimize ant içmiştik…
İlk öğrendiğimiz bu yemin beni çok etkilemişti…
Varlığımızı Türk varlığına, yaşadığım canım kadar sevdiğim ülkeme armağan eden kişinin BAŞÖĞRETMEN Mustafa ATATÜRK olduğunu öğrenmiştik…
Ağaç kokan tahta sıralarda yan yana oturduğumuz üç arkadaşımızın da heyecanla beklediği kişi aynıydı.
ÖĞRETMENİMİZ…
Hz. Ömer’in Öğreteceği bir harfine bile, 40 yıl köle olunmaya lâyık” mukaddes kişi…
Tanımıştık kendisini…
Artık A’nın, B’nin C’nin bir araya gelişinin kılıçtan keskin oluşunu, 2 ile 2’nin nasıl 4 olduğunu öğrenmiştik ondan…
Sevgiyi, saygıyı, doğruluğu…
Sadece kitaplardaki dersten ibaret değildi öğrendiklerimiz…
O bizden biriydi, biz onun bir parçası…
Ailemizden ileriydi nazarımızda…
Ne seni unuttuk öğretmenim ne de öğrettiklerini…
Lâkin şimdi düşünüyorum ve hayretle bakıyorum da insanlara…
Birbirinin canına kast eden…
Yoksulun cebine göz diken…
Çocukları boğazlayan…
Kadınları yakan…
Hayvanlara işkence yapan…
Sağlıkçıları darp eden…
Devlet malını yağmalayan…
Eğitimi, öğretmenleri hiçe sayan…
UNUTTUK ÖĞRETMENİM.
Verdiğin ödevleri yapmadık…
Yazılı sınavda kopya çektik, sahte başarıyla hakkımız olmayan belgeyi aldık.
İNSANLIKTAN SINIFTA KALDIK…
Oysa ki sen bizim o saf dimağlarımıza taptaze güzellikler işlemiş, ülkeyi emanet edecek yeni nesiller yetiştirmiştin.
Maalesef bugün sizlerin yetiştirdiği nesiller, sizlere lâyık olamıyorsa, şapkayı önümüze koyup bunu irdelemek gerekir.
Hem de en derinden…
BİLGİ SENİN, TOHUM SENİN.
EK BAHÇEYE…
AÇMAYAN GÜL UTANSIN ÖĞRETMENİM…
“VARLIĞIMIZ, TÜRK VARLIĞINA ARMAĞAN OLSUN”