…
Nereye gidiyoruz?
–Sana oyuncak bebek aldım, onu göstereyim sana olmaz mı.
–Tamam olur. Sen her gün bize şeker dağıtan amcasın değil mi?
–Evet. Ama bugün bebek de var.
–Amca neresi burası. Kapıları neden kapattın? Biraz karanlık değilmi?
— Gitsem ben. Annem de merak eder gitmek istiyorum.
— Merak etmez annen, duralım işte burada. Zaten öyle arayıp da sormuyor seni…
–Çok karanlık amca korkuyorum. Ne olur bırak beni gideyim.
Neden kıyafetlerimi çıkarıyorsun.
Dur yapma, ne olur yapma bırak beni.
–Hani oyuncak verecektin. Kandırdın beni.
–Neden ayıp şeyler yapıyorsun?
Yapma nolur, yapma!!!
— Anne, anne nolur kurtarın beni, imdaaatt,
Annee anneee yardım edin ne olur.
–Lütfen yapma amca, canım acıyor. Amca nefes alamıyorum.
Ve sonrasında;
Daha açmadan soldurulan bir gül.
Lânet olasıca iğrenç bir son.
Annesinin babasının koklamaya kıyamadığı, sarılıp öptüğü canının boynu sıkıp öldürülen, ufacık elleriyle çırpınarak can veren bir melek. Tertemiz bedenine tarifi kifayetsiz bir sadistlikle bulaşmış pis bir necis…
* * *
Az önce yazdığım ve yüzlercesi yaşanmış trajediye kısa bir empati yapalım.
Çocuğun annesinin, babasının, hatta o minicik meleklerin yerine kendimizi koyalım.
Karanlık bir yerde çaresizsiniz. Feryadınızı duyan da yok. Bildiğiniz tanıdığınız belki de sevdiğiniz birisi. Size hayatınızda hiç tanımadığınız bir şekilde davranıyor. Çektiğiniz acılara, ağlayıp yalvarışlarınıza aldırış etmeden…
Diken batınca annenize nazlanarak acıdığını söyleyip öptürdüğünüz o küçücük parmakkarınızı, birisi gözü dönmüşçesine kırmaya çalışıyor.
Korktuğunuz zaman o narin bedeninizi sığındığınız en güvenilir limanın, o limanın dibine sizi gömmeye niyetlendiğini görmek…
* * *
Yazarken, okurken, düşünürken beynimizi ta dibinden sızlatan, yüreğimizin göğüs kafesimize ağır geldiği, sığmadığı, sığamadığı cümleler…
Bir zamanlar yine sinelerimizi dağlayan daha bebek sayılacak ufaklıkta Leyla isimli bir çocuk vardı. Sadece sütten başka bir şeyle beslenemeyen Leylacığın annesinin yerine bir koyun kendinizi. Günlerce elinde biberonla “kızım kaç gündür aç, o başka bir şey yemez” diye ağlarken ve açlıktan öldüğü haberini duyunca neler hissedebildiğini yüreğinizde tartabildiniz mi?
Diri diri yakılan, daha canlıyken gömülen, taşlarla kafaları ezilen küçücük günahsız melekler…
Bunlar daha bildiklerimiz, haberdar olduklarımız.
Ya haberdar olamadıklarımız?…
Her yenisi oldukça hatırladık, gündemde tuttuk, sosyal medya platformlarında yankıladık, biraz bağırış, çağırış, bir kaç protesto, sonra unuttuk…
Ne zamana kadar?
Yeni bir minik beden daha kurban edilinceye kadar…
Peki daha ne kadar yaşayacağız bu ahlaksızlığı. Daha kaç can vereceğiz bu hayasızlığa?
Hep mi yapan yaptığıyla kalacak, suçu işleyen, teşvik eden, ufacık çocuklara şehvet duyanlara hiç mi yaptırım olmayacak?
Verilen cezalarda hiç mi caydırıcılık olmayacak?
Söyleyin artık daha ne kadar?
Kimisi çıkar ” 6 yaşındaki kızla evlenilebilir‘ diye aptalca fetva verir.
Kimisi çıkar “onlar da çocuklarına sahip çıksalardı” diye saçma sapan beyanatta bulunur.
Kimisi çıkar “tahrik edici giyinmeselerdi bunlar olmazdı” diye saçma sapan konuşur.
Oysa ki ne 9 yaşındaki Narin, ne 4 yaşındaki LEYLA, ne 6 yaşındaki EYLÜL ne de 3 yaşındaki IRMAK tahrik edici değillerdi. Tek suçları karşısındaki güler yüzle yaklaşan caniyi kendileri gibi masum ve iyi niyetli zannetmekti sadece…
Cinsel sapkınlığa düşmüş pedofili manyaklarına çocuklarımızı feda etmek istemiyoruz. Pedofili denen kepazelik travmatik psikolojik bozukluğun tedavi edilemeyen en ağır türüdür. Ahlaki yapısı dejenere olmuş hukuki yaptırımları yetersiz kalmış toplumlarda, bu cinsel şiddet giderek felakete doğru gidiyorsa bu kesinlikle bir hastalık olamaz ve asla gözardı edilemez bir sapkınlıktır.
Ne hadım, ne müebbet…
Bunlar artık toplumu teselli etmiyor. Bu saatten sonra bir çözüm de değil. Kesinlikle caydırıcı yaptırımlar olmalı. Kısasa kısas olmalı mesela.
Kafasında şerefsizce düşünce olanların sonrası için korkusu olmalı ve sonuçları ibret olmalı.
Sapıklıktan hüküm giymiş haysiyetsizler hapisten çıkınca oyun parkına bekçi olarak görevlendirirsen, bırakın caydırıcılığı, ödüllendirmiş bile olursun.
Artık bu günahsız çocuklarımıza güzel bir dünya sunalım. Bırakın gözlerindeki mavilik gibi canlı bir yaşamları olsun. Sokaklar öksüz, bayramlar yetim kalmasın. Çekin o pis ellerinizi üzerlerinden.
Gökyüzünde özgürce kahkahalar atarak uçurtmalar uçursunlar, ip atlayıp oyunlar oynasınlar. Süt kokan bedenlerini gömmeyin toprağın içine. Uzak tutun necaset dolu niyetlerinizi…
Çicek toprakta, onlar hayatta can bulsun.
HAKLARINIZI HELÂL EDİN ÇOCUKLAR…
NARİNLER, LEYLALAR, EYLÜLLER, NEHİRLER, IRMAKLAR, FIRATLAR, ONURLAR…
VE ADINI SAYAMADIĞIM DAHA NİCE YAVRUCAKLAR….
Dünyaya ışıl ışıl, sevgiyle, ilgiyle merakla, heyecanla, yaşama azmiyle bakan nice güzel melekler…
Sizlere sahip çıkamadık. Kalbinizdeki tertemiz duyguları yaşatamadık. Şehevi niyetlerle vahşice bakan o bedbaht gözleri oyamadık.
ÖZRÜMÜZÜ KABUL EYLEYİN ÇOCUKLAR…
HAKLARINIZI HELÂL EDİN…
Küçücük bedenlere şerefsizce duyuluyorsa şehvet;
Lânet olsun bu insanlığa lânet,
Tecelli edemiyorsa eğer adalet;
Yıkılsın dünya, kopsun artık kıyamet…